Hormona Ne Gerek Yağmur İyi Eder

Dün sabah erken saatten itibaren gazetelerde çıkan ‘Cennet Koyunun imara açılması’, bakanlığın bilim adamlarına ‘bölücü olmayın’ konulu taahhütnamesi haberlerini üç arkadaşımla yorumlarken ‘bana umut lazım’ deyiverdim. Ne bileyim o sırada yağan yağmur, umudu el kadar saksılarıma konduruvermiş.

Yağmur saksılara ne ettiyse iyi etmiş. Ölüyor dediğim limon ağacına yeni filizler, yapraklarına kuvvet, endam katmış, ‘bu yıl olmayacak’ dediğim semizotu tohumlarına can, soğanlara boy, domateslere yavru dallar vermiş. Limonun, domatesin hakkını avcuna koyuveren hormondur, suni gübredir diyenlere ‘yok birader ne alaka’ der gibi duruyorlar.

Bu değişimi bu sabah tarlasında izleyen çiftçilere gel de özenme. Neyse buna da şükür, bu kadarını görebileceğim 3-5 saksım, el kadar keyfimi paylaşabileceğim arkadaşlarım ve kutlama yapacak kadar pastisim var.

24.05.2012

Aklıma ne düştüyse içinde yayınlandı | Yorum bırakın

Dido

Geçen gün Ece Temelkuran, söyleşide ‘kadınlar hikayelerini kime emanet eder?’ sorusu üzerine Kartaca yani bugünkü Tunus’u kuran kraliçe Dido’nun hikayesini anlattı.

Dido, sen tut kadın başına ordu kur üstüne şehir yetmedi bir de liman kur. Sonra Roma’yı nereye kursam diye tanrılardan aldıgı emirlerle koy koy gezen Aeneas ‘acık dinlenek’ diye Kartaca’ya çıkıp Dido’ya misafir olunca Dido ne olduysa aşık olmuş buna.

Aeneas’ın Roma’yı kurmak yerine aylaklık ettiğini duyan tanrılar kulağını çekince Dido’dan gizli ordusunu hazırlayıp Kartaca’dan ayrılmış. Dido da odasının balkonundan ufukta bunun gemisi yok olana kadar izleyip Aeneas’ın verdiği hançerle kendini öldürmüş.

Bu olay MÖ 5. YY’den. Ece anlatmasa bu konunun ardına düşüp pek çok ressam, şair, yazara ilham verdiğini çok başarılı bir opera oyunu olduğunu öğrenmeyecektim (bu da benim cahilliği mi şansım mı adını sen koy).

Ece’nin anlattığına göre Hz.Fatma’nın eli olarak bilinen bereket eli bazı yerlerde Dido’nun eli olarak biliniyor.

Bu hikayeye sebep olan sorunun yanıtı: kadınlar hikayelerini kendileriyle benzer hikayelere sahip olanlara emanet eder. olur da hikayesini anlattığı kişi bunu taşıyamazsa kadın kendini yok eder.

Kadın erkek ayrımlarına karşıyım ama bu hikaye pek kurcaladı beni. Mevzu aşkın başkalığından, mübarek insanın kimyasını bozup canını avcuna da koyabiliyor, canına kanat takıp ovadan dağa da kondura biliyor.

15.05.2012

Aklıma ne düştüyse içinde yayınlandı | 1 Yorum

Anadolu Günlüğü: Antepli Bafa’da

Egenin güzide göllerinden Bafa Gölü’nün kıyısında, eski adıyla Heraklia yeni adıyla Kapıkırı köyündeyiz, yola Cengizle niyet etmiş bulunduk. Sebebi ziyaretimiz; Taner ve Feyyaz’ın “yetti gayrı şehir hayatı” deyip yerleştiği göl kenarında, ufacık bahçesinde limon, asma, zeytin, şeftali, portakal ağaçlarının olduğu evdeki yeni yaşamlarına uğurlu olsun deyip bahçe işlerine yardım etmek. Bugüne kadar yediğim en iyi börek Taner’in “yoldan geldiiniz yiyin gari” dediği böreği oldu. Sarmaşık otu böreğe çok yakışıyor kızlar!

Taşındıklarında ot kaplı olan bahçeyi, Taner bir güzel derleyip, yola sokmuş. Bahçenin ağaçlardan güneş ışığı gören alanı sınırlı diyerek bahçenin ekilebilir alanlarını parçalara bölmüş. Bununla da yetinmemiş bu alanları gübreleyip üzerlerini biçtiği otlarla kaplayarak malç yapmış. Bu yöntemle toprak nemini koruyor ve sıkça sulamak gerekmiyor. Bu, permakültür tarım yöntemlerinden de biri olarak geçiyor.

Akşam köyde kısa bir yürüyüşe çıkıyoruz. Köy ekonomisi için turizmin önemini etraftaki pansiyon ve restoranlardan anlamamak imkansız. Bakkal İbrahim’den öğreniyoruz ki köyde herkes birbirini tanırmış, birbiriyle akrabaymış. Dükkanda satılan ürünleri bebelere abur cubur, hanımlara yumurta, köyün erkeklerine ve turistlere alkol şeklinde gruplandırmak mümkün.

Sabah 7.30’da uyanmaya niyet edip 10.00’da uyanmak anca bizim gibi şehirlilerin işi olsa gerek. Bafa’da güneşin doğuşunu izleyip, dalga seslerini dinlemek, bahçede çalışmak yerine uyuduk.

Heraklia’yı, Taner’in günlerce zeytin topladığı zeytinliği gezelim diye yola çıkıyoruz. Yoldaş Taner ve Cengizle anlatılmaz ancak yaşanır yerlerden geçmeye çalışıyoruz ama geçemiyoruz. Her adımda manzara değişiyor. Yolda karabaş otları, zambaklar, kaplumbağalar, zeytin ağaçları, rengi, şekli farklı olan kayalar, antik kentin kalıntıları ve Bafa Gölü’nün manzarası sıkça yol kesiyor.

Meşhur zeytinliğe yaklaştık, arada sadece geçilecek birkaç kaya var. Geçilecek yeri görünce “o yooo” diye bağırsam, Hülya Koçyiğit edasıyla tek ayağım havada bir kayaya dayalı ağlasam yeri… Yapmadım, acık söylenip kayaların üzerinde emeklemeyi seçtim. Ayağım kayarsa, popomu kaldıramazsam kaygısının birleşimi Cengiz’in fotoğraflarıyla belgelendi. Kayalardan zıplayayım diye çırpınan Taner’in olduğu, Cengiz’den olma bu fotoğraf çalışmasına “Taner’in suçu ne?” adı verilse yeri.

Zannımca insanı bir şeye bağlı hissettiren, minnet ettiren korku, hayatta kalma isteği. Zira kayalara sarılırken bir yandan içimden geçenler şunlardı; “cicim lütfen şimdi bastığım yeri bir likene vermiş olma, olma ki ayağım kaymasın. Hah şimdi şu tuttuğum yerin parçalanmasın ki kendimi yukarı çekerken düşmeyeyim. Dostum bu arada sarılınca fark ettim; dokun, renklerin ne kadar güzelmiş. “

Doğa ve insan arasında körelen bağın güçlenmesinin aracı belki de iletişim kampanyaları, eğitim programları, bez çantalar değildir.

Ve yürüyüşü antik kentin antik döşeme yolundan geçerek bitiriyoruz. Ama köy yerinde iş bitmez, ekilmeyi bekleyen tohumları ekip Taner’in topladığı zeytinlerin yeni sıkılan yağının tadına bakmak gerek.

Okuyucu olarak “acaba yapabildiler mi” diye endişelendiysen sorun etme hepsini hallettik.

1 Nisan 2012, Kapıkırı Köyü

Fotoğraflar: Adem Cengiz Öztürk

Aklıma ne düştüyse içinde yayınlandı | Yorum bırakın

Anadolu Günlüğü: Antepli Kanoda


Taner ve Feyyaz’ın Bafa Gölü’nde ilk kano denemesine katılma şansına nail oldum. Meğer kano yapmak spor değil keyifmiş, hele de Bafa Gölü’nde.

Gözünün gördüğü; gölü çevreleyen zeytin, meşe kaplı tepeler, muhteşem kayalar, göldeki adacıklar ve üzerindeki kale kalıntıları bir de pelikan, karabatak, sumru, gümüş martı, angıt, cılıbıt ve sürüngenler bir de küçük balıkçı tekneleri. Kulağının duyduğu adalarda yaşayan angıtların, uzaktan geçen balıkçı teknelerinin sesi. Başka da ses yok.
Şöyle bir saat gezer geliriz dediğimiz turu gölle oynaşmanın keyfine doyamayınca altı saatte bitirdik.

Ayy çok canım çekti diyenlere: İzmir Milas otobüsleri ile Bafa’ya gidip ordan Kapıkırı/Heraklia dolmuşlarıyla Kapıkırı köyüne gidip Feyyaz’ı bulmak gerek. Hava şartlarına göre Feyyaz’ın önereceği saatlerde seçeceğiniz rotaya Feyyaz’ın eşliğinde kano kiralayarak gidebilir ve kendinizden geçebilirsiniz. Keyif yaparken yanınızda olmasını istediğiniz şeyleri de almayı unutmayın. Bafa’da ilk kano şokundan olsa gerek biz mandalina, limon aldık.

Dönüşte şunu söylemek içinizden gelmezse nolayım: Küreğinin götürdüğü yere git!

2 Nisan 2012, Kapıkırı Köyü

Fotoğraflar: Taner Cesur

Hiç Bir Yere Sığmayanlar içinde yayınlandı | Yorum bırakın

Anadolu Günlüğü: Antepli Kapıkırı Mutfağında


Domates, çilek, patlıcan ve bilimum fide, tohum “toprağı isterik” deyince günün tümü bahçede geçer… Fakat bu işlerin keyfini, tozunu toprağını yutmak kısmet olmadı. Alerji üstüne tozdan faranjit azınca çay, kahve, yemek bulaşıkla bahçedeki işlere yardım eder oldum. Amazon yerlisi olsam alerjim olur muydu ya da alerjiyle nasıl yaşardım diye de düşünüyorum, yanıtı bilen beri gelsin lütfen.

Beni eyleyen mutfağın en önemli özelliği, lavabonun hemen üzerindeki pencerenin altının kompost alanı olması. Yani meyve, sebze atıkları bir yere taşımak yerine bu pencereden atılabiliyor. Bu nasıl bir rahatlık ve keyif anca yaşayan bilir.


Yemekte kırmızı pancar var. Sapını bol soğan, sarımsak ve pul biberle kavurup yumrularını da haşladık. Pancar sapının yenebildiğini bilmeyenler için bu muhteşem bilgiyi paylaşmış olalım.

Acıktın mı? Ege otlarının en güzel zamanı… Ot tanımam ki şöyle 1-2 yemeklik Ege’nin çayırlarından toplayayım diyorsan semt pazarlarına git. Ortalık yıkılıyor. Otları toplayıp satan teyzelerden de isimlerini, nasıl ayırt edip nasıl pişirdiklerini de dinleyebilirsin.

3 Nisan 2012

Fotoğraflar: Taner Cesur

Aklıma ne düştüyse içinde yayınlandı | Yorum bırakın

Evrupa Günlüğü: Antepli Prag’da

Çek Cumhuriyeti’nin başkenti Prag’dayım. Ve baya şaşkın turist modundaydım, yeni çıkıyorum bu halden.

Zira normal insanlar gibi yapmayıp havalimanına giderken hangi otelde kalacagım ve nasıl gidecegim gibi konulara bakınca Prag’da euro kullanılmadığını atlamışım. Bunu bindiğim otobüste bilet almaya çalışırken şoförün gür bir şekilde ve hırlar gibi ses çıkarmasıyla idrak ettim.

Genç bir kızın paramı güvenli bozdurmam için yapmam gerekenleri çırpınarak anlatması, yetmeyip cebime metro parası koymasıyla şehir merkezinde ulaşıp parayı bozdurdum. Yöre inanı çok yardımsever.

Şehir merkezi yılbaşı münasebetiyle cıvıl cıvıl.

Burada adım başında Türk (öğrenci ve iş adamı çok), casino ve mcdonalds var. Bir de tayvan masajı yapan büyük salonlar. Ablalar salonun vitrininde ayakları akvaryuma batık şekilde oturuyor millette fotolarını çekiyor, bir diğer eğlenceli durum da cağ kebap gibi sokakta kömüre yan yatırılmış şişe sarılı ekmekler…

Otele giderken de gideceğim semtin adını Kamsika yerine Kamçka diye okuyup sorunca eğlence acık daha arttı.

Otelde oda arkadaşım Litvanyalı Lisa. Kendisi tahmin edebileceğiniz gibi uzun, sarışın hoş. Kulağı biraz ağır işitiyor ve aksanı biraz değişik. Bu yüzden daha çok birbirimizi anlıyor gibi yapıp gülüşüyoruz.

Akşam şehir merkezine giderken bişey ister misin soruma ummadığım bir istek geldi ve akşamım şenlendi. Utana sıkıla tampon istedi. Kaderde Prag’da tampon aramak bulduğum tamponun üzerindeki Türkçe yazıları okumak da varmış.

Hayırlısı olsun…

27 Kasım 2011

Hiç Bir Yere Sığmayanlar içinde yayınlandı | , ile etiketlendi | 1 Yorum

Sürdürülebilir Kalkınma

Türkçesi de İngilizcesi de çok havalı olan bu kavramın Karaot Köyü için manası şu;
60lık Yaşar amca bal satıp zeytin almıs zeytini kırıp tuzlayıp satarak yağ almış şimdi yağ satıyor. Karını Karaot Tohum Derneğiyle paylaşıyor. Karaot köyü için “sürdürülebilir kalkınma” modeli Yaşar amca.

Hiç Bir Yere Sığmayanlar içinde yayınlandı | , ile etiketlendi | Yorum bırakın

İzmir’de Grev Var!

İzmir’de billurtuz ve savranoğlu deri fabrikalarının sendikalı oldukları için işten attığı işçileri grev başlattı. Savranoğlu’nun işten attığı 44 işçi 190 gündür grevde, billurtuzun da 49 işçisi 57 gündür grevde.

Savranoğlu işçinin emeğini hiçe saydığı gibi insan yerine de koymuyor. kadın işçilerin tacize uğradığını ve patronun buna göz yumduğunu anlattı kadın işçilerden biri. Gene grevdeki beş kadına bıçaklı saldırı olmuş ve saldırıyı yapan kişi kadınları kandırıp şikayetçi oldu diye mahkemeden ceza almışlar, her gün çadırdan karakola gidip imza atıyorlarmış. Bunları anlatan kadının bir yandan çadırda çocuğuyla ilgilenmesi ve dirayeti hayran kalınmayacak gibi değildi.

İşçilerin sağlıksız koşullar nedeniyle çocuk sahibi olamama, astım, bronşit sorunları da varmış. Bunların yanında bir de bol ağır metalli atıkların arıtmasız kanalizasyon ve yağmur kanallarına verilmesi var. Verilen atığın kanallarla deltaya gittiği tahmin ediliyor. Bunun için izsu, büyükşehir belediyesine başvurular.

Haksızlık başladı mı doğa, kadın, işçi tanımıyor. Patron işçilerle uzlaşıp yeniden işe alsa da bana göre kazanılmış bir hak mücadelesi olmayacak, haksızlık etmeyi bu kadar içine sindirmiş bir adamın iflah olacağını hayal bile edemiyorum.

Billurtuz da, yıllardır işe giren işçilerin sendikalı olmaması olanlarında sendikal haklarının düşmesi için uğraşmış. işçiler müdürlere belli etmeden bir anda sendikalı olunca kapıya konmuşlar.

Billurtuz, işlediği tuzun bir kısmını ayvalık ve gediz deltasındaki tuzlalardan alıyor.

İşçilerin şu konularda yardıma ihtiyacı var: grevlerin duyurulması, arada ziyaret edip nasılsın denmesi. billurtuz kullanmayarak da ticari yollardan tepki göstermek mümkün.

Fotoğraflar:
https://picasaweb.google.com/101099667785811374721/DeriIscileri

https://picasaweb.google.com/101099667785811374721/BillurTuzIscileri

Doğa Hakkı, Hiç Bir Yere Sığmayanlar içinde yayınlandı | , ile etiketlendi | Yorum bırakın

Gediz’in flamingoları nerde?

Gediz Deltası ve Tuz Gölü, Türkiye’de flamingoların ürediği iki alan. ve bu iki alanı tercih eden flamingo sayısının fazla oluşu tüm akdeniz havzasındaki ülkeler arasında bu iki alanı önemli kılıyor.

Mayıs ayı başında Gediz Deltasındaki flamingoların üreme adalarına köpeklerin baskı oluşturması nedeniyle koloni tamamen dağıldı, yuvalardaki yumurtalar da martılara kaldı. Bunun üzerine deltanın farklı yerlerini üremek için seçtiler mi diye pek çok yere baklıldı, izmir çevresindeki tuzcul sulak alanlardan tandııklar arandı ordaları mı diye…

Tuz Gölü karadan sayım yapmaya uygun olmadığı için havadan küçük uçakla koloninin fotoğrafları çekilip fotoğraf üzerinden sayım yapılıyor. Bu yıl ki fotoğraflama çalışması da geçtiğimiz Salı günü yapıldı. Uçaktan arayan Bilim Koordinatörümüz Süreyya “Esra çok fazlalar, hatta yavruların bir araya gelip oluşturduğu kreşten iki tane var, birinin yavruları daha genç” dedi. Bu bilgiler Gediz’de üreyemeyen flamingoların Tuz Gölü’ne gitmiş olma ihtimalini iyice düşündürür oldu. Şimdi fotoğraf üzerinden yapılacak sayım sonucuna göre bu ihtimal ya zayıflayacak ya güçlenecek.

İhtimal diyoruz zira doğadaki değişimleri çok sıkı yöntemlerle izlemediğimiz sürece kesindir demek mümkün olmuyor.

Yanı başımızdaki flamingoların bu yıl ki hikayesi şimdilik böyle.

Aklıma ne düştüyse içinde yayınlandı | Yorum bırakın

Flamingo yuvalarına baskın

Akdeniz Havzası’nın en önemli flamingo üreme alanlarından biri olan Gediz Deltası’nda sahipsiz köpekler nedeniyle çok sayıda flamingo, henüz yumurtadan çıkamadan yok oldu

İzmir’in hemen yanı başındaki Gediz Deltası, flamingoların Türkiye’deki iki üreme alanından ve önemli bir kışlama alanı. Gediz Deltası’nda ilkbahar aylarında ortalama 3 bin 500 flamingo ürüyor ve 17 bin kadar flamingo kışı geçiriyor. Flamingoları tüm yıl Gediz Deltası’nda gözlemek mümkün. İlkbahar ayında gerçekleştirdikleri kur dansları, uçarken oluşturdukları kanat takmış oklavayı andıran görüntüleri ve deltanın renkleriyle sağladığı uyum, İzmir gibi büyük kentlerin nadiren sahip olduğu mucizelerden.

Konya’daki Tuz Gölü ve Gediz Deltası flamingoların tüm Akdeniz Havzası’ndaki en önemli üreme alanlarından. Bu iki alanın flamingoların dünya nüfusu için önemi 2003 yılından bu yana her yıl tekrarlanan araştırmalarla tescil edildi. Tuz Gölü ve Gediz Deltası’ndaki araştırma sonuçları, flamingoların ürediği Akdeniz Havzası, Güneybatı Asya ve Batı Afrika’daki sonuçlara bakıldığında yumurtadan çıkan flamingo yavrularının büyük bir oranının Türkiye doğumlu olduğunu gösteriyor. Bu sonuç, flamingoların tüm dünya nüfusu için Tuz Gölü ve Gediz Deltası’nı hassas bölgeler haline getiriyor.
Ancak bu yıl Gediz Deltası’nda, son yıllarda sayıları giderek artan sahipsiz köpeklerin flamingoların üreme adalarına verdiği zarar nedeniyle henüz kuluçka döneminde olan flamingo kolonisi dağıldı ve çok sayıda yumurta yuvadayken hayatını kaybetti. Deltadaki sahipsiz ve yiyecek bulamayan köpeklerin yüzerek kuşların üreme alanlarına zarar verdiği uzun zamandır deltada gözleniyor ve uzmanlar tarafından yetkili kurumlara iletiliyordu.

Toplu ölümler su yetersizliğinden
Sahipsiz köpeklerin, yaban hayat için önemli olan üreme alanlarından uzaklaştırılması için geçtiğimiz aylarda önlemler alınmaya başladı. Ancak köpek sayısının fazla olması ve yeni köpek girişinin engellenememesi nedeniyle başta flamingolar olmak üzere Gediz Deltası’ndaki doğal yaşam için önemli olan bu sorun çözülemedi. Uzmanlar bu günlerde flamingoların başka bir üreme alanı bulmuş olup olamayacaklarını araştırıyor.

DSİ’nin yanlış su politikaları yüzünden su girişinin yeterli olmaması sonucu 2007’de toplu flamingo ölümlerinin yaşandığı Tuz Gölü’nden sonra Gediz Deltası’ndaki koloninin zarar görmesi, her iki alanın daha yakından izlenerek önlem alınması gerektiğini gösteriyor.

Türkiye’den çıkıp 13 ülkeye
Flamingoların göç yollarının ve davranışlarının izlenmesi için Gediz Deltası’ndan kuş gözlemcileri, uzmanlar ve yetkili pek çok kurum tarafından flamingo halkalama çalışması düzenleniyor. Bugüne kadar Türkiye’de halkalanan flamingo yavruları Türkiye dışında 13 ayrı ülkede gözlenmiştir. Bu ülkeler; Moritanya, Slovenya, Birleşik Arap Emirlikleri, Kıbrıs, Libya, Cezayir, Portekiz, İsrail, İspanya, Fransa, Tunus, Yunanistan ve İtalya.

Radikal / 8 Haziran 2011

Aklıma ne düştüyse içinde yayınlandı | Yorum bırakın