Egenin güzide göllerinden Bafa Gölü’nün kıyısında, eski adıyla Heraklia yeni adıyla Kapıkırı köyündeyiz, yola Cengizle niyet etmiş bulunduk. Sebebi ziyaretimiz; Taner ve Feyyaz’ın “yetti gayrı şehir hayatı” deyip yerleştiği göl kenarında, ufacık bahçesinde limon, asma, zeytin, şeftali, portakal ağaçlarının olduğu evdeki yeni yaşamlarına uğurlu olsun deyip bahçe işlerine yardım etmek. Bugüne kadar yediğim en iyi börek Taner’in “yoldan geldiiniz yiyin gari” dediği böreği oldu. Sarmaşık otu böreğe çok yakışıyor kızlar!
Taşındıklarında ot kaplı olan bahçeyi, Taner bir güzel derleyip, yola sokmuş. Bahçenin ağaçlardan güneş ışığı gören alanı sınırlı diyerek bahçenin ekilebilir alanlarını parçalara bölmüş. Bununla da yetinmemiş bu alanları gübreleyip üzerlerini biçtiği otlarla kaplayarak malç yapmış. Bu yöntemle toprak nemini koruyor ve sıkça sulamak gerekmiyor. Bu, permakültür tarım yöntemlerinden de biri olarak geçiyor.
Akşam köyde kısa bir yürüyüşe çıkıyoruz. Köy ekonomisi için turizmin önemini etraftaki pansiyon ve restoranlardan anlamamak imkansız. Bakkal İbrahim’den öğreniyoruz ki köyde herkes birbirini tanırmış, birbiriyle akrabaymış. Dükkanda satılan ürünleri bebelere abur cubur, hanımlara yumurta, köyün erkeklerine ve turistlere alkol şeklinde gruplandırmak mümkün.
Sabah 7.30’da uyanmaya niyet edip 10.00’da uyanmak anca bizim gibi şehirlilerin işi olsa gerek. Bafa’da güneşin doğuşunu izleyip, dalga seslerini dinlemek, bahçede çalışmak yerine uyuduk.
Heraklia’yı, Taner’in günlerce zeytin topladığı zeytinliği gezelim diye yola çıkıyoruz. Yoldaş Taner ve Cengizle anlatılmaz ancak yaşanır yerlerden geçmeye çalışıyoruz ama geçemiyoruz. Her adımda manzara değişiyor. Yolda karabaş otları, zambaklar, kaplumbağalar, zeytin ağaçları, rengi, şekli farklı olan kayalar, antik kentin kalıntıları ve Bafa Gölü’nün manzarası sıkça yol kesiyor.
Meşhur zeytinliğe yaklaştık, arada sadece geçilecek birkaç kaya var. Geçilecek yeri görünce “o yooo” diye bağırsam, Hülya Koçyiğit edasıyla tek ayağım havada bir kayaya dayalı ağlasam yeri… Yapmadım, acık söylenip kayaların üzerinde emeklemeyi seçtim. Ayağım kayarsa, popomu kaldıramazsam kaygısının birleşimi Cengiz’in fotoğraflarıyla belgelendi. Kayalardan zıplayayım diye çırpınan Taner’in olduğu, Cengiz’den olma bu fotoğraf çalışmasına “Taner’in suçu ne?” adı verilse yeri.
Zannımca insanı bir şeye bağlı hissettiren, minnet ettiren korku, hayatta kalma isteği. Zira kayalara sarılırken bir yandan içimden geçenler şunlardı; “cicim lütfen şimdi bastığım yeri bir likene vermiş olma, olma ki ayağım kaymasın. Hah şimdi şu tuttuğum yerin parçalanmasın ki kendimi yukarı çekerken düşmeyeyim. Dostum bu arada sarılınca fark ettim; dokun, renklerin ne kadar güzelmiş. “
Doğa ve insan arasında körelen bağın güçlenmesinin aracı belki de iletişim kampanyaları, eğitim programları, bez çantalar değildir.
Ve yürüyüşü antik kentin antik döşeme yolundan geçerek bitiriyoruz. Ama köy yerinde iş bitmez, ekilmeyi bekleyen tohumları ekip Taner’in topladığı zeytinlerin yeni sıkılan yağının tadına bakmak gerek.
Okuyucu olarak “acaba yapabildiler mi” diye endişelendiysen sorun etme hepsini hallettik.
1 Nisan 2012, Kapıkırı Köyü
Fotoğraflar: Adem Cengiz Öztürk